İçeriğe geç

Ateizmin Psikanalitik İncelenmesi: Nevrotik Ateizm

Ateizmin Psikanalitik İncelenmesi: Nevrotik Ateizm freud
Source: Created via AI by Author – Ateizmin Psikanalitik İncelenmesi: Nevrotik Ateizm

Bu yazımda dinsizliğin, inançsızlığın -ateizm vb.- psikolojik boyutta patolojik durumunu inceleyeğim. Yazıda sadece ateizm kelimesini kullandığım yerler olabilir, takılmayın, genel olarak inançsızlık durumundan bahsediyorum.


Psikanalitik kuram babası olan Freud’la gelişmiş ve Jung, Adler ve diğerleriyle ilerlemiştir. Freud’un kuramları günümüz psikolojisi tarafından eleştirilere tabi olsa da paradoksal olarak da Freud’un kuramları modern psikolojiye ışık tutmakta ve sağlam temeller olmaktadır. Yani Freud’un kuramları olmasa, klişe olan “çocukluğuna inelim” lafı bile olmazdı. Freud devrim niteliğinde psikolojik kuramlar geliştirmiştir ve hala günümüzde psikologlara yol göstermektedir.

Benim gittiğim psikolog bana “Freud benim önümü çok açıyor. Freud’un gözlerinden baktığım zaman çözemediğim vakalar pat diye çözülüyor.” demişti.

Freud, eleştiriliyor mu, evet, ama yanlışlanıyor mu, hayır!

Diğer bir konu ise şu ki, bu blog yazım %100 geçerlidir, tüm non-teist’leri kapsıyor gibi bir iddiam yok ama azımsanamaz bir kesimi de kapsadığı gerçeğini de söylemek durumundayım.

Son olarak bahsetmek istiyorum, bu yazı benim kendi özgün düşüncelerimin ürünüdür. Yani tamamen bilimsel, empiriktir gibi iddialarım yoktur. Sadece psikanalitik kuram perspektifinden kendi gözlemlerimi birleştirdiğim ve çıkardığım bir blog yazısı. 

Aşırı genelleyici görünebilir ama baştan söyleyeyim, yukarıda da bahsettim, tüm ateizmin sebebi budur gibi bir iddiam yok. Sadece kendi gözlemlerim doğrultusunda hareket ediyorum. 

Şimdi gelin, inançsızlık halinin arkasında yatan olası psikodinamiklere bakalım.

Ateizmin Psikanalitik İncelenmesi: Nevrotik Ateizm

1. Bilinçdışı ve Savunma Mekanizmaları

Freud’un kuramında bilinçdışı, bastırılmış istekler, korkular, anılar ve arzuların bulunduğu yerdir. 

Din ve inançla ilgili konular da bu bilinçdışı süreçlerin etkisi altında olabilir. 

Dinsiz bir bireyin, çocukluk döneminde dinle ilgili yaşadığı olumsuz deneyimler veya ebeveynlerle ilgili çatışmalar, bilinçdışında bastırılmış olabilir. 

Bu birey, bilinçdışı savunma mekanizmaları kullanarak (örneğin bastırma, inkâr) bu çatışmaların bilinç düzeyine çıkmasını engelleyebilir.

2. Oedipus Kompleksi ve Din

Freud, Oedipus kompleksi kavramını geliştirirken, çocukların ebeveynlerine karşı duyduğu karmaşık duyguları vurgulamıştır. Çocuk, babasına karşı bir rekabet hissederken annesine karşı bir sevgi besler. Dinsel figürler ve otoriteler bu dinamiklerin sembolik yansımaları olarak görülebilir. Dinsiz bir birey, otorite figürleriyle (ki bu genelde babadır) yaşadığı çatışmalar nedeniyle dinî otoriteyi reddedebilir.

Sigmund Freud, dini nevrozların dışa vurumu olarak açıklandığında tanrının, aslında baba figürünün bir uzantısı olduğundan bahseder. 

Çocuklar için anne-baba tanrısaldır. Yani onlar mutlak ideallerdir. 

Çocuk büyüdüğünde, yetişkinlikte, çocukken aldığı güven ortamını ister. Bu güven ortamı nedir? 

Psikanalitik kuram pastasında Lacan’ın diliminde, imgesel ve simgesel düzen kavramlarını görürüz. İmgesel düzen, çocuğun anne ile simbiyotik bağ kurup fantezi dünyasında yaşaması ve kendi varlığını tanıdığı evredir. 

Daha sonra anne ile olan bu bağ “babanın yasası” ile kırılır ve çocuk simgesel düzenle tanışır. Yani toplumsal normlar, yasalar vb. kavramlarla karşılaşır. Baba figürü, toplumsal yasanın, Freudyen kuramda süperegonun, ilk temsilcisidir. İlk otoritedir. 

Eğer baba sevgi ve güven ortamını sağlamışsa çocuk baba ile sağlıklı ilişki kurar ve babanın değerlerini benimser. Daha sonra yetişkinlikte babanın yani üst otoritenin sağladığı güven ortamını istediğinde tanrı figürü devreye giriyor. Tanrı, baba figürünün uzantısı olarak kişi için güven ortamını sağlayıcısı oluyor. 

Diğer yandan baba ile çatışma yaşanırsa çocuk, babanın kimliğini sağlıklı bir şekilde benimsemeyebilir ve baba otoritesini ret edebilir. Daha sonrasında yetişkinlikte baba otoritesinin temsilcisi olan tanrı figürünü ve otoritesini ret edecek şekilde aşırı genelleme yapabilir. 

3. Süperego Çatışması

Freud’un yapısal modelinde süperego, ahlaki değerleri ve toplumsal normları temsil eder. Bireyin dinsizliği, süperegoyla ilgili çatışmalardan kaynaklanabilir. 

Eğer birey, dini değerleri temsil eden süperegosuyla çatışma içindeyse, bilinçli olarak bu değerlere karşı çıkabilir. Bu, bireyin bağımsızlık arayışının ve kendi ahlaki değerlerini oluşturma çabasının bir parçası olabilir. 

Psikoseksüel gelişimdeki fallik evre sağlıklı bir şekilde tamamlanmazsa Kişi bir önceki evre olan anal evreye dönebilir ve burada takılı kalabilir. Anal evre sağlıklı şekilde tamamlanmışsa geliştirilmiş özerk kendilik algısı kendisini yetişkinlikte, fallik evrede oluşması gereken ama sağlıklı şekilde oluşmayan ve simgesel düzen kapsamındaki süperego yapısına karşı çatışma içinde gösterebilir.

4. Narsisizm

Freud, narsisizmi bireyin kendine duyduğu aşırı sevgi ve hayranlık olarak tanımlar. 

Bazı psikanalitik yaklaşımlar, inançsızlığın bireyin kendi düşünce ve yeteneklerine duyduğu aşırı güvenin bir sonucu olabileceğini öne sürer. 

Bu bireyler, dışsal bir otorite veya ilahi bir güce ihtiyaç duymadan kendi varlıklarını ve değerlerini tanımlayabilirler.

5. Bilinçdışı İstekler ve Dinî Ritüeller

Dinî ritüeller ve inançlar, bireyin bilinçdışı isteklerini ve korkularını yönlendirebilir. 

Freud’a göre, din insanın ölüm korkusu ve bilinçdışı suçluluk duygularıyla başa çıkmak için geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır. 

Dinsiz bir birey, bu tür bilinçdışı korku ve suçluluk duygularını farklı yollarla ele alıyor olabilir. Örneğin, varoluşsal korkularıyla yüzleşmek için felsefi veya bilimsel yaklaşımlar benimseyebilir.

6. Çocukluk ve Erken Dönem Deneyimler

Freud, çocukluk deneyimlerinin bireyin psikoseksüel gelişiminde kritik öneme sahip olduğunu savunur. Din ve inançlarla ilgili erken dönem deneyimler, bireyin gelecekteki inanç sistemini etkileyebilir. Eğer çocuklukta dini otoritelerle veya ritüellerle ilgili travmatik deneyimler yaşandıysa, bu bireyin inançsızlığına katkıda bulunabilir.

7. Bilim ve Rasyonalizm

Bazı psikanalitik yaklaşımlar, inançsızlığı bireyin rasyonaliteye ve bilime olan inancıyla açıklar. 

Freud’un kendi çalışmaları da dini, insanın mantıklı düşünceye karşı geliştirdiği irrasyonel bir savunma mekanizması olarak tanımlar. 

Dolayısıyla, dinsiz bir birey, bilimsel düşünceye ve rasyonalizme güçlü bir bağlılık geliştirmiş olabilir. 

Bu demek değildir ki dini inanca sahip olan irrasyonel ve bilimden uzak. Sadece kişi, bilime karşı aşırı ve patolojik halde bir bağlılık geliştirmiş ise bunu din yahut başka inanca tepki mekanizması olarak kullanabilir.

8. Yetişkinlikte Dönüşüm ve Kimlik

Psikanalitik kuram, bireyin yaşam boyu değişim ve gelişim sürecinde kimlik oluşumuna vurgu yapar. Dinsizlik, bireyin yetişkinlikteki kimlik arayışının ve kendini tanımlama çabasının bir parçası olabilir. Bu süreçte, birey çocukluk döneminde öğrendiği dini değerleri sorgulayıp reddederek kendi kimliğini oluşturur.

Sonuç olarak, psikanalitik perspektiften inançsızlık veya dinsizlik, bireyin bilinçdışı süreçleri, çocukluk deneyimleri, otorite figürleriyle olan ilişkileri, savunma mekanizmaları ve kimlik arayışı gibi birçok faktörün birleşiminden kaynaklanabilir. Her bireyin deneyimi farklı olduğundan, bu süreçlerin kişisel ve özgün yönleri detaylı bir analizle daha iyi anlaşılabilir.

​Dine ve İlişkili Olan Şeylere Karşı Aşırı Agresif Tutum Arkasındaki Psikodinamikler — Aşırı Agresif Non-teizm Bireyler — Yeni Ateizmin Tutumu

Özellikle yeni ateizm inancına sahip bireyler de görüyoruz ki, magazinsel söylemler doğrultusunda felsefi ateizmden çok moda fenomeni olan ateizm günümüz gençleri arasında daha yaygın. 

Magazinsel ateizm doğrultusunda gerçekler, işin felsefi boyutu gibi olgular görmezden gelinerek bazı bireyler tarafında — özellikle genç yaştakiler- dini inanç konulu poliloglarda biraz agresif bir tutum görebiliriz. Bu agresif tutum, sağlıklı bir tartışma ortamını öldürmektedir. 

Magazinsel ateist ya da modaya ayak uyduran ateistler, bunlara işin felsefesine bakmış ve kendi sorgulaması sonucu ateist olmuş kişiler de dahildir, dini konularda yahut inanç sistemleri konusundaki sohbetlerde bilmiş bir tavırla agresif tutum sergileyebilirler. Bu tavır karşısındaki misali teist kişinin fikirlerini bastırma amacı taşımaktadır. Bu da ses yükselterek, küçük görme, alakasız ithamlarda bulunmayla olabilir. 

Ben şahsen bu kişilerin bu davranışını, bilinçaltında, sahip olduğu çatışmalar neticesinde kendini, kendiliğini (ego) koruma girişimi olarak görüyorum. Bu konuyu daha da detaylandıralım:

  • İçsel çatışmalar ve bastırılmış duygular: Bireyin dinle ilgili olarak sergilediği agresiflik, içsel çatışmaların ve bastırılmış duyguların bir yansıması olabilir. Örneğin, bireyin bilinçdışında dinle ilgili yaşadığı korku, suçluluk veya öfke duyguları, agresif davranışlar olarak yüzeye çıkabilir.
  • Varoluşsal sancı: Doğuştan gelen varoluşsal sancıyı din olmadan halletmek ve varoluşsal sıçrama yapmak zordur. Kişinin kendi hayatının anlamını teşekküllü bir şekilde bulması gerekir. Dini inanç olmadan kişilerin kendi algılarında varoluşsal sancıya karşı geliştirdiği mekanizmalar pek sağlam olmayabilir. Zaten zar zor kurduğu içsel yapısına dışarıdan direkt olmasa bile dolaylı yoldan bile gelse, birebir muhatap bile değilse kendi benliğine (ego) saldırıda bulunulmuş gibi hissedebilir ve bundan dolayı aşırı agresif tutum sergileyebilir.
  • Grup aidiyetliği: İnsanlar bir gruba aidiyetlik kurmak ister. Erikson psikososyal gelişim kuramının adelosan evresine denk gelir. Yani ergenlik… Bu evrede kişiler dini inanç ekseninde grup aidiyetliği kurabileceği gibi dinsizlik ekseninde de kurabilir. Dine ve ilişkili tüm dini şeylere karşı aşırı korumasız hissediyorsa kişi ve yetersiz benlik algısına sahip ise bu yetersizliği grup aidiyetliği ile telafi etmek ister; bu doğrultuda yetersizlik telafi aracı olan grubunu korumak ister ve aşırı tepki gösterebilir.
  • Bağımsızlık ve isyan ihtiyacı: Bazı bireyler, dini veya toplumsal normları sorgulama ve reddetme eğilimindedirler. Bu baba öznesiyle ilişkili bilinçdışı çatışmalardan kaynaklanabilir. Bunun haricinde diğer sosyal etkileşimler de etkili olmuş olabilir. Bu kişiler, dini otoritelerin veya kuralların kendilerini özgürlüklerinden mahrum bıraktığını düşünebilirler. Dolayısıyla, bu bireyler dini semboller veya inançlarla ilişkili herhangi bir şeye karşı aşırı agresif bir tutum sergileyebilirler.

Sonuç

Bu blog yazımda, psikanalitik kuram perspektifinden bakarak inançsızlığın psikopatolojik durumunu incelemeye çalıştım. 

En başta zaten bunun bireysel düşüncelerin bir ürünü olan blog yazısı olduğunu söylemiştim.

Psikanalitik kuramın baba ismi olan Sigmund Freud dini nevrotik olarak ele almıştır. Ben de bundan yola çıkarak dinin nevrotik yapısı olabileceği gibi dinsizliğin de nevrotik, patolojik yapısı olabileceği düşüncesi ile bu blog yazısını yazdım. 

Umarım beğenmişsinizdir. Farklı bir bakış sunmaya çalıştım. Okuduğunuz için teşekkür ederim. 

Instagram: ckosedag
Twitter: BloggerCanerK
Medium: Caner Kösedağ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Caner Kösedağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et