İçeriğe geç

Gotik Hikaye: Kızıl Gözler

Bu hikaye bir kurgudur ve gerçek değildir. Uygunsuz kelimeler barındırabilir. Edgar Allan Poe’dan esinlenilmiştir. Diğer hikayelerim için tıklayın!

gotik hikaye kızıl gözler
Source: Created via AI by Author – Gotik Hikaye: Kızıl Gözler

Gotik Hikaye: Kızıl Gözler

Eve yeni geldim. Her zamanki gibi terlemiştim. Sanki bir boğayla güreşmiş gibi yorgundum. Duş alıp üstümü değiştirdim. Üstümü değiştirirken gömleğimde birkaç nokta kırmızı boya damlası gördüm. Her zamanki gibi çalıştığım köşe yazarlığı yaptığım gazete ofisinde mürekkep damlamış olmalı. Geçmiyor da meret. Bu kaçıncı aldığım yeni gömlek merak ediyorum. Dinlendikten sonra kahvemi aldım ve bu acı, itici suyla bir gece daha geçiriyorum. Tadından aman aman zevk almıyorum ama beynimi dinç tutuyor. Bu içmek için yeterli bir sebep. Kahverengi, sade masama geçtim. Biraz daha kilolu olsam kırılacağını bildiğim sandalyeye oturdum. Öykü yazmaya koyuldum ve kaldığım yerden devam ettim. Birinci öykümde Alice isimli bir kadının üzücü, acı verici ve çaresiz bir şekilde taciz edilip öldürülmesini anlattım. İkinci öykümde ise Rodrick isimli bir adamın tırnaklarının sökülerek işkence edilip katlini anlattım. Şimdi üçüncü öyküye geldik. Evet, başlayalım.

KIZIL GÖZLER
Edward, şehrin ulaşım aracı olan at arabasına binip buluşması olan hana doğru gitti. Hana vardığında, ilk kez geliyordu, içeriyi inceledi. Paranın pul gibi saçıldığı bir mekandı. Randevusunu dokuz numaralı, en köşede olan masa için almıştı. Edward, işi gereği böyle buluşmalar yapıyordu. Değerli mücevher, parça, antika silah ve kurşunlar ondan geçiyordu. Bu randevusunda satış yapacaktı, değerli gümüş, parlak, üzerinde “incertus” yazan bir işlemesi olan hançer alışverişi yapacaktı. Alıcı gelmişti. Düzgün, kapkara bir şekilde giyinmişti. Giydiği takım elbisenin rengi kömürden daha karaydı, adeta ışığı içinde yok edercesine.

Alışveriş için konuşmanın sonuna geldiler. Alıcı ödemeyi kan kırmızısı bir yakutla yapacağını söyledi. Yakut bir parmağın çizgili aralığı büyüklüğündeydi. Edward, kabul etti, anlaştılar ve ayrıldılar. Edward’a yakut çok garip gelmişti. Kan kırmızısı bir renkteydi. Ama ödeme ödemedir sonuçta. İşi halletmişti. Evine döndü. Yorgundu. Yatağına geçti direkt. Pamuktan yapılmış yastığına başını koyduğu gibi yatağın içine çekilerek uykuya daldı.

Edward, uykudayken huzursuzdu. Başını bir o yana bir bu yana çeviriyor, huzursuz ve kaygılı sesler çıkarıyordu. Göğsü, bir şey oturmuş gibi sıkışıyordu. Nefesi rahat değildi, sanki biri ciğerini sıkıp sıkıp bırakıyordu. Edward, rüya görüyordu.

Işığın zerresi görülmeyen kapkaranlık bir yerdeydi. Soğuk kemiklerine kadar işliyordu. Ağzını açmaya kalksa çene kasları soğuktan ister istemez titriyordu. Kollarını uzattı, elleriyle etrafını yokladı. “Neredeyim ben? “dedi kendi kendine. Sesin yankısından geniş bir yerde olduğunu anlamıştı. Bir adım attı. Sorun yok. Bir adım daha sorun yok. Yürüdü. Yürümeye devam etti. Yürürken kolları önde, hala yoklamaya devam ediyordu çarpmamak için. Daha sonra bir çift kırmızı ışık gördü. Çok küçük boyuttaydı ışıklar. Işıklara doğru yürüdü. Her adımında kalp atışı hızlanıyor, nefes nefese kalıyordu. Gergindi. Bir yandan kapkaranlık bir yerde soğuktan titrerken bir yandan hayatta kalma iç güdüsü ile hareket ediyordu. Ama neye doğru hareket ediyordu? Belki bu sorunun cevabı “Bilinmezliğe doğru. “ Devam etti. Kalp atışı hızlandıkça o da hızlandı ve artık hafif tempoda koşuyordu artık. Devam etti. Koşarken çevresini de kontrol ediyordu. Bir sağa bakıyor bir sola. Bir de arkasına. Hızlandı. Devam etti. Yaklaştıkça bir şey fark etti. Kırmızı ışıklar hareket ediyordu. Minik hareketlerle bir sağa bir sola hareket ediyorlardı. Bazen ışık teke düşüyordu. Yaklaştı iyice. Bir masa gördü. Sipsiyah olmalıydı çünkü hiç bir renge ait bir kırıntı yoktu. Gerçi etraf kapkaranlık olduğu için renkli olsa da siyah görünürdü ışık olmadığı için. Elleriyle masayı, masanın etrafını yokladı. Masa duvara dayandırılmıştı. Kırmızı ışıklar yoktu. Etrafına baktı, yukarı baktı hiçbir şey yoktu. Masanın altına baktı… Kırmızı ışıklar oradaydı. Kırmızı ışıkları gördüğünde dehşete düşmüştü. Korkudan yüzüne dokunuyordu, dokunur gibi yapıyordu, dokunamıyordu. Aynaya baktığında gördüğü şey başıydı. Başının üstünde bir çift sivri kulak, üst çenesinde ince telli, düzgün kıllar vardı. Yüzüne dokunduğunda her yeri kıldı. Gözleri ise… Gördüğü kırmızı ışıklar gözleriymiş meğerse. Dehşete düştü. Kafası kedi kafasıydı. Kara tüyler kendini belli ediyordu, masanın altından yansıyan ışık kapkara tüylerini gösteriyordu. Masanın altındaki ışığın kaynağını aradı ve bir hançer gördü. O da ne? Bu sattığı hançerdi. Üstünde “incertus*” yazan hançerdi bu. Parlıyordu. Işığı yansıtmıyordu kendisi ışığın kaynağıydı. Bir şey fark etti ve… Dehşete düştü bir kez daha. Gözleri ödeme aldığı kırmızı yakutlardandı. Korkuyla geri çekildi. O da ne? Adım attığında sanki balçığa batmış gibi ses geldi. Yerler ıslaktı. Arkasına doğru yürüdü ve bir şeye çarptı. Kafasını kaldırdı. Yine aynı yazıyı gördü parlak bir şeyin üstünde, “incertus”. Çarptığı şeyden gelen ışık ortalığı aydınlattı. Bir adamın kalbine sattığı hançer saplanmıştı. O anda kafası karıştı, delirmeye ramak kalmıştı. Elini başının iki yanına koydu ve çömeldi. Delirecekti. Bu da ne demekti?

“Hhhhhhhh!” Uzun süre nefessizliğin ardından gelen nefes almanın sesiyle uyandı Edward. Doğruldu. Rüyasında olduğu gibi… Bir kez daha dehşete düştü. Yatağının üstünde kara kedi vardı. Ona bakıyordu. Kara kedi sakince ve durgun bir şekilde duruyordu. Edward donakaldı. Bahçeden sesler geldi bir anda. Biri eve yaklaşıyordu. Kapıyı çaldı. Edward, korkudan ne yapacağını şaşırdı. Boğazı yanıyor, nefesi kesik kesik geliyor ve göğsü sıkışıyordu. Adam o anda beklemeyip kapıyı kırdı. Gelen sesten irkilen Edward yatağının altındaki kutuda yer alan eskimiş ama hala iş gören uzun namlulu silahı almak için harekete geçti. Kitli olan kutunun anahtarının yerini bir an unuttu. Daha da dehşetin içine kapıldı. Beyni durmuştu korkudan. O anda kapıdan ses geldi. Adam içeri girmişti. Elinde hançer vardı. Hançer onun sattığı, üstünde “incertus” yazan idi. Adam hançeri direkt Edward’ın göğsüne sapladı. Edward’ın göğsünden kan fışkırdı. Fışkıran kan katilin üstüne sıçradı. Katil gömleğine baktı ve gömleğindeki kanı silmeye çalıştı. Kan iyice gömleğe çekildi ama damlamıyordu bu sefer. Edward yere yığıldı. Orada direkt öbür dünyaya hesaplaşma için göçtü. Bunlar neden oldu peki? İşte o belirsiz.

Üçüncü öyküyü de bitirdim. Günün yorgunluğu, öykü derken yoruldum baya. Yatmak için yatak odama geçtim. Her günkü gibi antipsikotik ilaçlarımı aldım. Onların verdiği uykuyla yatağa kendimi bıraktım. Rüya gördüm. Rüyamda beyaz gömlekli bir kadın bu hafta nasıl olduğumu sordu. Ben de iyiyim dedim. Çok iyiyim, rahatlamış ve tatmin olmuş gibiyim dedim. Sabah oldu ve uyandım. Günlük rutinim yine başladı. Bu döngüde yaşıyorum.

*incertus: Belirsiz.

Instagram: ckosedag
Twitter: BloggerCanerK
Medium: Caner Kösedağ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Caner Kösedağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et